Modern Prometheus
Hayatın bir yarışa dönüştüğü bu çağda, her gün içimi kemiren o görünmez kartalla nasıl baş edeceğimi düşünüyorum. Kolay değil. İçimde bir ses sürekli fısıldıyor: Daha fazlasını yapmalısın… Yetersizsin… Durursan geride kalırsın…
Bazen nefesimi kesen de tam bu sesler oluyor.
Ben Emre. Kendimi bazen bir Modern Prometheus gibi hissediyorum. Ateşi çalıp insanlara ulaştırmaya çalışan ama karşılığında kendi ciğerini kartala yem eden biri…
Ama benim kartalım gökten gönderilmiş bir ceza değil; tamamen içimde.
Kendi beklentilerim, kendime yüklediğim ağırlıklar, bitmeyen yapmalısın ve yapabilirsinler.
Durup düşündüğümde, bu zincirleri aslında kendimin ördüğünü fark ediyorum.
Bu blog da tam o duraklamaların ürünü. İçimdeki o sabırsız, didinen, eleştiren sese Bugün değil! diyebilmek için yazıyorum.
Okuduklarım, yaşadıklarım ve kafamdan hiç eksilmeyen sorular benim için Prometheus’un ateşi gibi. Hem ışık veriyor, hem yakma potansiyeli taşıyor. Ben de o ateşi taşırken yanmamayı, yalnızca ısınmayı öğrenmeye çalışıyorum.
Felsefe artık benim için raflardaki ağır kitaplardan ibaret değil.
Daha çok, içimdeki kartala karşı nasıl direneceğimi öğrenme çabası.
Kendi ateşimi nasıl yakacağımı, zincirlerimi nasıl gevşeteceğimi, kendime nasıl biraz alan açacağımı araştırıyorum. Modern insanın en büyük yükünün aslında kendi kendisinin celladı olmak olduğunu fark ettikçe, durup düşünmenin önemini daha iyi anlıyorum.
Yazmak benim için kesin cevaplar bulmak değil. Bir tür içsel direniş.
Kendime tuttuğum bir ayna. Bir hatırlatma: Başkalarının seslerini değil, kendi iç sesini duy.
Belki de hepimizin ihtiyacı olan şey, bu aynayı tutacak cesareti bulabileceğimiz küçük, sessiz duraklamalar.
Nereye varacağımı bilmiyorum belki varılacak bir yer de yok.
Ama yürümeyi seviyorum. İçimdeki sese rağmen adım atmayı, kendi ateşimi taşımayı seviyorum.
Yolun kendisi benim için anlamın ta kendisi.
Bu sessiz yolculukta bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim.